KABENİN HAKÎKATİ

KABENİN HAKÎKATİ


     Cenâb-ı Hakk tarafından “âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev[1]” şeklinde tanıtılan Kabe’nin Mühendisi Cebrâil aleyhissselam, ustası İbrâhim aleyhisselam’dır. Böyle bir binan elbette ki arka planda metafizik gerçeklerin bulunduğu bir tarzda yapılması gerekiyordu.

    Kabe’nin kurulduğu yer ve yapılışı, Allah Teâlâ’nın insanlara bu dünyâ hayatını nasıl düzenlemeleri gerektiği konusunda önemli mesajlar içermektedir. İnsanların Kabe’ye davet edilmesinin bir sebebi de bu olsa gerektir. Dünya kurulalı beri insanlığın gözü önünde duran ve günde beş vakit ona doğru dönülen “Kâbe’nin hidâyet kaynağı” oluşu ve yol göstericiliği üzerinde çok yönlü düşünülmesi gereken temel bir konudur.

     Kabe dünyanın tam merkezine inşa edilmiştir. Kâbe merkezli kurulan şehir de Kur’ân’ın ifâdesi ile “ümmü’l-kurâ” (şehirlerin anası, merkezi, baş şehir) olmuştur. Dünyayı bir daire, Kabe’yi de bu dairenin merkezi olarak düşündüğümüzde Kabe; bâtını, daire de zâhiri temsil eder. Bu açıdan manevî merkezle bağlantılı olmayan yada merkezle bağlantısı yüzeysel olan, metafizik arka planı ihmal edilen din, kültür ve medeniyet, bedensiz ruh gibidir. Merkezsiz bir çember olamaz. Çünkü çember merkezden doğmak zorundadır. Çember şerîat olarak düşünüldüğünde merkezinde hakîkat yer alır. Kabe’nin bu merkezî rolü, aynı zamanda insanların şehirlerini din merkezli, mabet merkezli kurmaları gerektiğini ilham etmektedir. Mabet merkezli hale getirilemeyen şehir, mabetlerini hayatın merkezi yapamayan toplum kendisine daha düşük seviyede başka merkezler oluşturmak zorundadır. Bunun neticesi ise ilâhî kaynaktan uzak, ruhsuz bir kültür ve medeniyet çukuruna doğru yuvarlanmak olacaktır.

   Kabe’nin yeryüzünde kurulan ilk ev olması insanların barınacak bina yapmalarına da yol göstermiştir. Tabii ki burada da yapılacak evlerin dini, metafizik temellere dayalı olması gerektiğini anlaşılmaktadır. Kabe aslında iki kapılıdır. Bu gün en ideal evlerin de birisi ön kapı, diğeri de bahçeye açılan kapı olmak üzere iki kapılı ve tek katlı olması gerektiği belirtilmektedir. Çağımızda bu manevî bakış açısıyla kurulmayan, beton yığını kutucuklardan müteşekkil evler insanların mutlu yaşamasını sağlamaktan son derece uzaktır. Ruhsuz yapılan camiler de insanın içerisinde huzur bulduğu bir yer olamamaktadır. Mimarlarımızın, manevî değerler ışığında, şanlı medeniyetimizden ilham alarak içinde maneviyatın hissedileceği, kullanışlı ev modelleri oluşturmaları günümüzün en büyük ihtiyaçlarından biridir.

 

 KÂBE VE KALB

 

Kabe’nin metafizik anlamı üzerinde yoğunlaştığımızda, fizîkî plandaki görünümün nasıl ortaya çıktığı daha iyi anlaşılacaktır. Kâbe için Kur’an’da “el-Beyt”[2], “Beytü'l-haram”[3], “Beytülatîk”[4] ifadeleri kullanılmıştır.

Beyt kelime anlamı olarak ev demektir. Tasavvufta ise mecâzî olarak kalb mânâsına kullanılmıştır. Sufîlere göre dış dünyadaki Kâbe nasıl merkezse, hadiste belirtildiği gibi iç dünyamızda da kalb merkezdir. Buna göre kalb “Beytullah”tır. Kalb İlâhî sûreti kabulle Vucûdî tecellîye[5] mazhar olur. Bundan dolayı kulun kalbi Hakk’ı içine sığdırdığı için Beytullah’tır.[6] 

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arabî beyti iki şekilde ele alır. Eğer beyt isme izâfe edilirse her oturulan yer, oturan için beyttir. İçinde oturan şahsın değişikliğine göre beyt kavramı değişir. Beytullah ve beytülhak gibi. Beyt sıfata izâfe edilirse imkan ölçüsünde rumûz ile ifade edilir, beyt-i ma’mûr ve beyt-i a’lâ gibi.

Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde Kâbe için kullanılan isim ve sıfatları, sûfiler kalp için kullanmışlardır. Beyt kelimesine kalpte hâsıl olan hal ve makamları ifade edecek şekilde, daha başka kelimeler eklenerek çeşitli isimler meydana getirilmiştir. Meselâ, Kâbe hakkında kullanılan ve ‘Allah’ın evi’ anlamına gelen Beytullah, tasavvufta Cenâb-ı Hakk’ın tecellî ettiği insân-ı kâmilin kalbi mânâsına gelir.

Kâbe’yi mahlûk olan İbrahim aleyisselam yapmıştır. Onu halk ziyâret eder. Kalbi ise İbrahim aleyhiselamın Rabbi olan Hâlık yapmıştır. Onu ise fuyûzât ve tecelliyâtı ile Hak ziyâret eder.

Kâbe bünyâd-ı Halîl-i Âzer est

Dil nazargâh-ı Celîl-i Ekber est

                                 Molla Câmî                             

(Kâbe Âzer'in oğlu İbrâhim Halîlullah'ın yaptığı, gönül ise Yüce Mevlâmız'ın nazar ettiği bir yerdir.)

Buna göre Kâbe kalbin sûretidir. Ve sırr sûretten üstündür. Dolayısı ile kalbe dâhil olan, Kâbe’ye dâhil olandan üstündür. Bunun için sâlihlere “bizi gönülden çıkarmayınız” derler. Feyz ve himmet taleb ederler. Çünkü insan-ı kâmilin kabulü Hakk’ın kabulü, reddi de Hakk’ın reddi gibidir.

İnsan-ı kâmil, Kâbe’den üstündür. Kâbe’nin hakîkatına eremeyen, O’ndan üstün olanın hakîkatına aslâ eremez.

Çünki bildin mü'minin gönlünde Beytullah var

Niçin izzet etmedin ol beyte kim Allah var

                                                              Nesîmî

Kâbe’nin sûretine kavuşmak nasıl bir takım çabaları gerektiriyorsa, hakîkati olan Beyt'in Rabbi'ne kavuşmak da öyledir. Bu sebeple oraya “mescid-i haram” denilmiştir. Kâbe gerçekte muhterem ve mükerrem olduğundan dünya ehli için ona kavuşmak haramdır. Dünya ehlinin Kâbe’si dünya olduğu gibi âhiret ehlinin Kâbe’si de âhirettir. Çünkü onun ni’metlerini kıble edinmişlerdir. Ehlullah’ın Kâbe’si Allah Teâlâ olup O’ndan başkasına yönelmezler.

 

KÂBE VE AHADİYYET MERTEBESİ

 

Vücûd mertebeleri açısından Kâbe, Zât-ı ahadiyye[7] makamına işârettir. Tavâfın meşrû olması da buna bağlıdır. Ahadiyyet makamı[8] altı yönden münezzeh olduğu için, Kâbe’de tek yönle kayıtlanma yoktur. Örtüsünün siyah olmasıda yine siyah rengin, Zât rengi olmasındandır. Zâtın sırrına erişilemez. O makâma erişen bütün  renklerin sıfatlarından kurtulmakla erişir.   Zât-ı ahadiyye’nin seviyesi, insanın sırrıdır. İnsanın sırrı ise Hakk’ın sırrıdır. Bu ma’nâ urûc açısındandır. Nüzûl açısından ise Kâbe insanın kalbidir.

Kâbe, ahadiyyet makâmı olduğu için aynı zamanda bütün ilâhî isimlerin çıkış yeridir. Bu sebeple dört köşe üzerine kurulmuştur. Bu köşeler, dört külli isim ve sıfata bakar: Abdülhay, Abdülhalîm, Abdülmürîd ve Abdülkâdir. Ahadiyyet, Allah’ın eşsizliğini ve tekliğini ifaden eden bir sıfattır. Ahadiyyet daha mükemmeli tasavvur edilemeyen birlik, ezelî ve ebedî tekliktir.

 

KÂBE BİNÂSININ METAFİZİK BOYUTLARI

 

İsmâil Hakkı Bursevî, Kâbe’nin aslında üç köşesi olduğunu söyler. Bunlar: Cenâb-ı Hakk’ın Hannân (Çok acıyıcı olan, esirgeyen) Mennân (Çok ihsan eden) ve Deyyân (Mükâfâtı ve cezâyı hakkıyla veren) ism-i şerîfleri ile anılır. Üç tane olması insan-ı kâmilin havâtırına ( iç âleminde duyulan sesler, ilham, alınan mesaj ) işârettir. Bunlar:

1- Hâtır-ı Rahmânî (rükn-i Hacer)

2- Hâtır-ı rûhânî (rükn-i Yemânî)

3- Hâtır-ı nefsânî (rükn-i Şâmî)

Görünüşte dört olmasının sebebi “hâtır-ı Şeytânî” (rükn-i Irâkî)’nin eklenmesidir. Bu hâtır avâmda olur, havâssda, seçkin insanlarda olmaz.

Harem-i ilâhî’deki yedi minâre[9] fenâ[10] âlemini simgeler. Bu yüzden yedi ilâhî isme işârettir. Müezzin halkı namaza da’vet ettiği gibi o isimler de sâliki fenâya (Kendi fiilini görmeme, kendini hiç bilme hâline) da’vet eder. Zîrâ Kâbe, Zât-ı Ahadiyye’ye işâret olduğundan bütün zâtlar onda yok olur. Bu makâma “lâ mevcûde illâ hû” derler.

Kâbe ayrıca tasavvufta vuslat makamıdır. Bu makamda âşıkın sevgilisine ermesi için ihrâma girmesi îcâb eder. Hacılar Kâbe’ye giderken, âşıklar da dostlarına giderken ihrâma girer. Hacılar Kâbe’yi, âşıklar Hakk’ı tavâf ve ziyâret ederler.

 

 

 

[1] Âl-i İmran, 96

[2] Bakara 2/125

[3] Mâide 5/2

[4] Hac 22/29

[5] Tecellî, âşikâr olmak, açığa çıkmak demektir. Gaybden gelen ve kalbde görünen nurlardır. Vücûdî tecellî, kulun Hak’tan başka mevcud bilmemesi halidir.

[6]  Suad el-Hakîm, Mu’cemu’s-Sûfî, 223 Lübnan, 1981, İbn Arabi, Fütühât IV, 387’den naklen.

[7] Hiçbir şekilde çokluk ve aded fazlalığı düşünülmeyen mutlak tek.                                        

[8] Zât ismi; sıfatlardan, isimlerden nisbetlerden ve taayyünlerden hâsıl olan çokluk bahis konusu olmaksızın Allah'ın sırf Zât'ının ismi. Hiçbir şekilde çokluk ve aded düşünülmeksizin hâlis ve mutlak tek.

[9] Burada Harem’in eski dönemdeki şekli dikkate alınmıştır.

[10] Yokluk, hiçlik.